Tanıklık Ücreti Ne Kadar? Adaletin Bedeli ve Siyasetin Görünmez Yüzü
Bir siyaset bilimci için en çetrefilli sorulardan biri şudur: Adaletin bir bedeli var mıdır? Eğer her şeyin bir karşılığı varsa, o hâlde tanıklığın da bir “ücreti” olmalı mıdır? Bu soru, yalnızca hukuki değil, aynı zamanda derin bir iktidar tartışmasının kapısını aralar. Çünkü tanıklık, gerçeğin sözcüsü olduğu kadar, güç ilişkilerinin de merkezindedir.
Modern devletin bürokrasisi, tanıklığı bir görev olarak tanımlar; ancak görevle hak arasındaki fark, tam da siyasetin alanıdır. Bu yüzden, “Tanıklık ücreti ne kadar?” sorusu yalnızca parasal bir merak değil, adaletin kimler için, hangi bedellerle işlediğini sorgulayan bir siyasal ifadedir.
İktidarın Tanığı: Kurumlar, Değer ve Bedel
Her kurum, tanıklığı kendi düzeninin devamı için araçsallaştırır. Mahkeme, gerçeği ararken aslında kurumsal düzenin meşruiyetini yeniden üretir. Tanıklık ücreti bu noktada sembolik bir anlam taşır: Devlet, vatandaşın zamanına, emeğine ve sessizliğine bir fiyat biçer.
Fakat şu soru sarsıcıdır: Devlet, gerçeğe mi para ödemektedir, yoksa gerçeği kontrol altına almak için mi?
Bir tanığın ücret alması, onun sözüne biçilen değeri mi gösterir, yoksa onu sistemin bir parçasına dönüştürmenin stratejik bir yolu mudur?
Foucault’ya göre, bilgi ve iktidar birbirinden ayrılamaz. O hâlde tanıklık ücreti, sadece ekonomik bir mesele değil, aynı zamanda ideolojik bir yatırımdır. Devlet, tanıklığı ödüllendirerek sessizliği değil, uyumu satın alır.
İdeolojinin Gölgesinde: Değer mi, Meta mı?
“Tanıklık ücreti” ifadesi, toplumun adaletle olan ilişkisinde bir kırılma noktasını gösterir. Tanıklık artık vicdani bir sorumluluk değil, metalaşmış bir edimdir. Ücretle ölçülen bir tanıklık, adaletin kutsallığını sorgulatır.
Peki, bir insanın adalete katkısının değeri gerçekten para ile ölçülebilir mi?
Bu sorunun cevabı, toplumun ideolojik yöneliminde gizlidir. Kapitalist düzen, her şeyi ölçülebilir kılar. Oysa demokrasi, yurttaşın sözüne ölçü değil, anlam biçer. Devletin tanığa verdiği ücret, bir “katkı payı” değil, bir itaat tazminatı gibi işler.
Adaletin duygusal, ahlaki ve toplumsal boyutu, bürokratik bir dekontun satır aralarında kaybolur.
Erkek ve Kadın Tanıklığı: Güç Stratejisi ve Toplumsal Etkileşim
Tanıklık meselesi, cinsiyetle birlikte yeni bir anlam kazanır. Erkekler için tanıklık, genellikle stratejik bir güç göstergesidir. Erkek tanık, konuşarak değil, ne zaman konuşacağını bilerek iktidar kazanır. Onun sessizliği bile bir politik manevradır.
Kadın tanıklığı ise daha farklı bir doğaya sahiptir. Kadınlar, tanıklığı bir toplumsal etkileşim biçimi olarak görür; konuşmak, dayanışmak, paylaşmak onlar için adaletin bir parçasıdır. Kadın tanıklığı, sisteme değil topluma yöneliktir.
Bu fark, adaletin toplumsal cinsiyet ekseninde de nasıl farklı işlediğini gösterir. Erkekler ücretle ölçülen bir düzenin içinde yer alırken, kadınlar hâlâ adaletin vicdanında yer arar.
O hâlde sormak gerekmez mi: Gerçeği dile getirmek bir hak mı, yoksa satın alınan bir hizmet mi?
Vatandaşlık ve Tanıklık: Devletle Aramızdaki Görünmez Sözleşme
Bir siyaset bilimci için tanıklık, vatandaşlık bilincinin bir yansımasıdır. Devlet, tanıklığı bir yükümlülük olarak tanımlarken, aslında yurttaşla arasında görünmez bir sözleşme yapar. Vatandaş, sessiz kalırsa suça ortak olur; konuşursa bedel öder.
Bu bedel kimi zaman ekonomik, kimi zaman sosyal bir dışlanmadır. Devlet, tanığa ücret ödeyerek sanki “katılımın karşılığını” verir; ancak bu ödeme, aynı zamanda devletin meşruiyetini satın alma yöntemidir.
Bir tanığın çağrılması, devletin gücünü gösterirken; o tanığa ücret verilmesi, vatandaşın sisteme ne kadar entegre olduğunu gösterir.
Gerçekten de demokratik bir toplumda, adalete katkı “ücretle” değil, gönüllü katılımla sağlanmalı değil midir?
Sonuç: Gerçeğin Bedeli Ne Kadar?
“Tanıklık ücreti ne kadar?” sorusu, adaletin ekonomik değil, siyasal değerini tartışmaya açar.
Bu soruya verilen her yanıt, aslında şu büyük gerçeği hatırlatır: Devlet, yalnızca tanığı değil, onun sessizliğini de satın alabilir.
Ve belki de asıl mesele şudur —
Gerçeğin bir bedeli varsa, adalet ne kadar özgürdür?
Tanıklık ücreti, görünüşte adaletin maliyeti, gerçekte ise iktidarın vatandaş üzerindeki denetiminin fiyatıdır.
Toplum, gerçeğe biçilen bu fiyatı kabul ettikçe, adaletin vicdanı biraz daha sessizleşir.
Çünkü bazen, en yüksek ücret bile susturulmuş bir vicdanın değerini ödeyemez.